Mesajlar Etiketlendi ‘Şehvet’


“Henüz küçük bir çocukken kötü kalpli sevdikleri onu tek başına dolaşırken kaybolması için ihtiyar bir şehrin kapısına bırakmışlardı. “

Saat gece yarısını geçiyordu. Sessizlik arttıkça içindeki kaybolmuşluk hissi yerini terk edilmeye bırakıyor ve kafasında yankılanan konuşmalar elindeki kalemi kullanmasını engelliyordu. Biraz nefes almak için balkona çıktı. İhtiyar şehrin porselen dişlerinde yürürken bir birlerine sarılan yalnızlarının üzerinde gezdirdi gözlerini. Yan yana gelmekle birlikte olabileceklerini sanan ne kadar çok insan vardı. Kendilerinin aynısı, kız kardeşleşmiş hatta sigarayı içme isteklerini söküp atabilecekleri kendilerine paralel bedenleri kokluyorlardı. Cebinden biraz tütün bir parça da kağıt çıkartıp çıplak bacakları üzerinde yuvarladıktan sonra güzelce diliyle yalayıp beyaz yüzünü kızıla boyayan kibritin aleviyle yaktı. Biraz olsun az önce gördüğü o toplumsal şartlanmış insanların karınca sürüsü gibi bir fanusun içinde nasıl bir yerlere gitmeye çalıştıklarını unuttu. Lacivert gökyüzünü, gümüş renkli bulutları ve dolunayı izlerken kendini nereye koyacağını düşündü. Yere dik düşmüş ve devrilmemiş kibrit kutularında küçük pencerelerden ve intihar etme konforu sağlayan balkonlardan sıralanmış apartman dairelerinin Tanrı’ya en uzak, küfre en yakın olanında kalın kadife perdelerini gündüz olunca sıkı sıkıya kapatıp odasının zemininde mektuplar uçuran kırmızı başlı kızdı. Üst katındaki komşusu bir gün kuşlar gibi düşmesini öğrenemez de balkonuna düşerse diye yere toprak döküp kısa boylu çimenler yeşertiyordu. Sigarasını oturduğu taşta söndürüp bir gün denize atmak için balkonunda biriktirdiği şarap şişelerinin içine ruj izli izmaritlerden birini daha ekledi. Bilsin istiyordu o adamı bulana kadar kaç mektubu sarıp içtiğini ve geriye izmaritleşmiş boş zıvanalar kaldığını. Esrarın sırrına kör düğüm gibi saplansın istiyordu Adamı… İzmariti şarap şişesinin içine yuvarlarken duraksadı, elleri titredi sonra da nasıl olsa duymayacak dedi ve küfretti. Odasına dönüp masanın üzerinde duran sayfalara ve yere düşmüş kaleme hiç yüz vermedi. Şehrin kanalizasyonunda sürüklenip kaldırımdaki bir süpürge çöpüne takılana kadar bir gün denizde balıklarla yüzeceğine inandığı eski sevgilinin yüzündeki gülümsemeydi. Bir sigara daha sardı uzandığı koltuğunda. Göğsü ve kolları tütün içindeydi. Yerdeki küllüğü el yordamıyla bulamayınca yerdeki mektuplardan en yakın olanına uzanıp ondan kendine yeni bir küllük yaptı. Sigarasını içerken loş ışıklı odasında güneş ışığının sinema perdesi gibi vurduğu dumanın üzerinde hayaller canlandırıyor, beğendiklerini bir kez daha izleyebilmek için ciğerlerine doğru derin bir nefes çekip sigarasından pencereye doğru yavaşça üflüyordu. Parmak uçlarıyla kırmızı saçlarının kırık uçlarını okşarken beyaz yüzlü, mavi gözlü, kırmızı sakalları olan bir kurdun onu izlediğini düşündü. Böyle olmasını istiyordu. Parmakları saçlarında kurdun ellerine dönüşüp beyaz etine ve kemiklerine dokunmaya başlamıştı. Bir kurdun gözünden izliyordu kendisini. Saçlarından yüzüne doğru yavaşça koklamalıydı kurt, doğanın kanunu buydu. Uzun boynundan, çıplak göğüslerinden, rahminden ve kalçasından dokunarak geçmeliydi yüzü. Gözleri sıkı sıkıya yumulu koltukta yüzünde hissettiği sıcak nefesin heyecanıyla dişlerini sıkan bir ölü gibi hareketsiz bir halde yatıyordu. Kurt onu en savunmasız olduğu anda, sigara içerken boğulmuş bir yalnızlığın tam ortasında yakalamıştı. Yüzünde korkudan çok merak vardı, göğsü yavaşça hızlanıyor, kalbinin sesi ahlaksızlaşıyordu. Sıkılmıştı keşfedilmekten ki kurdu yüzünden yakalayıp gözlerini açmadan yavaşça yüzüne yaklaştırdı. Bir birlerini kokluyor ve bir birlerini tanımaya çalışıyorlardı. Daha fazla sigara içebileceği, içinde ruj lekeli izmaritlerin olduğu şarap şişelerini çöpe atıp kör düğüm olabileceği hastalıklı ve saplantılı bir tutkuyu kokusundan tanımaya çalışıyordu. Kendisi gibi kokmuyor, kendisi gibi dokunmuyordu. Güvenmekten çok uzakta, gerçek olabilecek kadar kemiklerini sıkıca tutan dudaklarını ısırarak öpen bir kokuydu. Kurdun yüzünü, omuzlarını, kollarını, vücudunu yavaşça avuçlarının arasında terletiyordu Kadın. Belinden tutup üzerine çekti kurdu. İkisinin sıcak nefesi yüzlerinin arasında kurdun Kadının yüzüne düşen uzun saçları yüzünden sıkışıp kalıyor ve daha derin nefes almalarına sebep oluyordu. Kurdun elleri Kadının başını boynundan tutup koklarken Kadın başını geriye atmış taze havayı ciğerlerine çekip vücudunu kurdun vücudunda dolaştırıyordu. Elleri bir birlerinin saçlarında, omuzlarında, kemiklerinde izler bırakırken ormanı tepeden gören bir mağarada dolunay ışığının aydınlattığı yuvanın girişinde kurdun boynundaki kemikleri ısırıyordu Kadın. Kalçalarının altındaki rutubetli toprak tenine bulaştıkça bacaklarıyla daha sert bir şekilde ittirip göğsünü kurdun dudaklarına dokunduruyordu. Daha sakin bir şekilde Kadının göğüslerindeki huzuru yutkunan kurt kasıklarında kadının avuçlarını hissedince ısırmaya ve hırlamaya başlamıştı. Korkmuyordu Kadın, gözleri kapalı, bacaklarıyla beline sarıldığı kurdun cismini kendi bacağına sürüyor Tanrı’nın göz kırpan zevk çukurundaki şeytanlara yabancı bir dilde fısıldıyordu. Pencereden içeriye giren cılız güneş artık kaybolmuştu, oda daha karanlık ve daha sıcaktı. Üzerindeki son kumaş parçasını da koltuğa uzanmış bedeniyle sürünerek çıkarttı. Çırılçıplak bir yıkım planıydı onun ki. Bir birlerine tırnaklarını geçirmiş tenlerinden uçuşan mürekkep lekelerini duvarlara sıçratıyorlardı. Kadın kurdun bacaklarının arasında, kurt kadının iki dudağı arasında can vermek için gidip geliyordu. Kurt kadının iki bacağı arasında kadın kurdun dilinin ucunda yaşam savaşı veriyordu. Sonra ikisi de pes etti, Kadın kurdun mavi gözlerinden kentler kurarken hayali bir kenarı itip parmaklarını bir kez daha kurdun kalça etine geçirdi. Kasıklarının tadını kurdun alt dudağından almak istermiş gibi diliyle çiğnediği kırmızı sakallarını bir kenara atıp dişleriyle kurdun dilini ve dudaklarını ısırıyordu. Sakinleşmesi için terbiye edilmesi gerekiyordu Kadının. Bir eliyle sırtından diğer eliyle kalçasından yakaladı kadını, cismi kasıklarında kalçalarında karnının biraz aşağısında parlak bir iz bırakarak yavaşça kadına dokunuyordu. Yavaş hareketlerle sırılsıklam oldukları için zamanın ipini kısaltıp kaderin ağlarını düğümlemek istermişçesine kadın bir kumaş kurt bir iğne gibi iç içe geçmeye başladılar. Kadın ses kurt nefes oluyordu, kadın vücut kurt ruh oluyordu. Kurdun bir bedene girme arzusuydu Kadının bir ruhu çepe çevre kuşatma tutkusu. Göğüsleri hızla inip kalkmaya, suya düşen küçük bir taşın gittikçe öncekini takip eden dalgaları gibi birlikte hareket etmeye başladılar. Kurdun çenesi kadının boynunda, kadının tırnakları kurdun yaralı omuzlarında büyük bir sarsıntıdan sonra hareketsizce bekledi. Parmaklarını yalıyorlardı kadının. Çıplak vücudu ter içinde kalmıştı. Kadın dokunmak Kurt his olmuştu. Gözlerini açtı ve derin bir nefes aldı. Yattığı yerden doğruldu ve elleriyle saçını geriye doğru atıp karşı duvardaki aynaya baktı. Ne kadar güzel ve ne kadar yalnız olduğunu görebiliyordu… Kendi göğsünde kendi parmak izleri ve rahmindeki Adam’ın hayali…